Futbolculuğu bir
başkadır, antrenörlüğü daha bir başka. Yazarlıkta ustadır. Gerçek bir
beyefendi, bir büyük başöğretmen, saygın bir futbol adamıdır. Geçmişten günümüze
esintiler yansıtan bir efsane kahramandır. Ölçülü, bilgili, engin kültürlü ve
görgülüdür. Döneme imza atanların başında o gelir. Çünkü o, her yönüyle Türk
futbolunun temel taşı sayılabilecek bir değerdir.
Fotoğraftan
karakter tahmini yapmak mümkün müdür? Bilimsel
olarak olmasa bile, insanların bazı fotoğraflarının, bize gerçekten de o şahsın
kişiliğiyle ilgili çok önemli ipuçları sunduğu oluyor Hemen örnek vermek
gerekirse; Metin Oktay’ın seyircinin tezahüratına karşılılık mahcup bir
ifadeyle yere bakarak sağ eli ile kalbini tutup, kendince seyircilerine teşekkür
bildiren fotoğrafı... Yusuf Tunaoğlu’nun her daim objektife baksa bile uzaklara
dalıp giden gözleri... Basri Dirimlili’nin maç bitiminde, yorgun ama mağrur,
forması ter, kan ve çamur karışımıyla lekelenmiş halde, alnındaki bandajla bir
fotoğraf karesine sığan hikayesi... Baba Hakkı’nın formasının üzerine giydiği
süveteriyle objektiflere yansıttığı o otoriter poz. Hepsi şimdilerin ışıltılı
ve TV kameralı dünyasının sahte gerçekliğinin karşısında tarihe düşülmüş vecizeler
sanki.
Ve bu yazıya
böyle bir giriş gerektiren bambaşka bir fotoğraf; neresi olduğunu pek de
bilemediğimiz bir avluda Metin Oktay’la el ele tutuşmuş ve ona bir şeyler anlatan,
halinden ve tavrından gün görmüş bir beyefendi olduğunu çıkarttığımız, şıklığıyla
yaşam görgüsü hakkında fikir sahibi olabildiğimiz o insan. Tam da bu günlerde yüzüncü
yılını kutlayan bir kulübün yapıtaşlarından en önemlisi… Lakin sadece o kulüp
için değil, bilgisini, görgüsünü, birikimini bütün spor dünyasıyla paylaşan bir
cumhuriyet çocuğu… Kılıç Ali’nin oğlu, Galatasaray’ın babası; Gündüz Kılıç.
Babası Atatürk’ün silah arkadaşı, Antep ve Maraş cephesi komutanlarından Asaf
Kılıç Ali’dir. Kurtuluş Savaşı’nda önemli rol oynayan komutanlardan olduğu
gibi, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de önemli isimlerindendir. Antep mebusluğu
yapmış, İş Bankası’nın kurucu üyesi olmuştur. Annesi ise İstanbul’un köklü
ailelerinden birinin kızı olan Hümeyra Hanım’dır.
1918 yılında İstanbul
Bakırköy’de dünyaya gelir Gündüz Kılıç. Dört kardeşin ikincisidir. İlk olarak
Feyziye Mektebi’nde eğitimine başlar. Ertesi sene diğer iki kardeşiyle beraber
Galatasaray’ın ilk mektebine verilir. Aile o sıralar Ankara’da yaşamaktadır.Kardeşleriyle
beraber tatil günlerinde ne yapacaklarına karar verme aşamasında Gündüz
sinemayı tercih ederken, ağabeyi ve küçük kardeşi maça gitmekte ısrar edince Taksim
Stadı’nın yolunu tutarlar. Bu zoraki stad ziyaretleri zamanla ona futbolu sevdirir.
Leblebi Mehmet’leri, Nihat’ları, Ulvi’leri, Muslih’leri, Bekir’leri, Zeki’leri
ve Mithat’ları alkışlamaya başlar. Okula dönünce küçük bir tenis topuyla
onların dünyasına dalar ve sanki onlardan biriymişçesine soğuk yatakhane
koridorlarında koşturur. Beşinci sınıfa geldiğinde ise kendi deyimiyle adamakıllı
bir futbol tiryakisi olur. Büyük teneffüslerde bahçede iddialı maçlar tertip
edilmeye başlanır. “Grand cour” onlar için Wembley olur bir bakıma. Ortaköy’den
gelen Galatasaraylılarla büyük maçlar düzenlenir. Elbette ki malzemeler yetersizdir,
büyük sınıflardaki ağabeylerinden malzeme temin edilir ve tekmelik olarak da
müsvedde defterleri devreye girer. Aynı yılın sonunda iki kardeş okulu bitirip diplomalarını
alınca, babaları “Dileyin benden ne dilerseniz,” der. Adres bellidir baştan,
Zeki Rıza’nın spor mağazası. Ayakkabı, tekmelik, tozluk, bileklik gibi malzemeler
alındıktan sonra sıra formaya gelir ve işte o gün belki de bir hayatının hangi
renk üzerinden şekilleneceğini ortaya koyar küçük Gündüz; Sarı-kırmızı… Aynı
Grand cour’da altıncı sınıfta bambaşka bir maça çıkar Gündüz, bu sefer rakip kuvvetlidir.
Kulüp takımında da oynayan Cici Necdet’in, Fazıl ve Kadir’in bulunduğu sınıf
Gündüz’lerin sınıfını iyice benzeterek 7-1 yener. Gündüz üzüntüyle sahadan çıkarken
dikkatle izlendiğinin farkında değildir, o hâlâ mağlubiyete yanıyordur. Bir
süre sonra tenis topuyla kurduğu hayal gerçeğe dönüşür ve kulübün dördüncü
takımına alınır. Ardından da genç takımı, yani o dönemdeki adıyla üçüncü takımı
çalıştıran Leblebi Mehmet, Gündüz’ü kendi takımına alır. Beşiktaş’la yapılan
maçta ilk kez forma giyer ve 1-1 biten maçta Galatasaray’ı n tek golünü o atar.
Artık önü daha da açıktır. Nitekim bütün sezon bu kadroyla oynar ve bir sene
sonra 1934’te bu kadronun vazgeçilmez isimlerinden biri olur. İri ve güçlü
fiziğiyle santrfor mevkiinde durdurulamaz bir görüntü çizmeye başlar. Fakat tam
bu sırada büyük bir talihsizlik yaşar. Zatürree olur ve 1935 baharına kadar
futbola ara vermek zorunda kalır. 1935 Nisan’ında Kılıçlar ailece yemek yerken,
telefon çalar ve Muslih Hoca, Gündüz’ü arar. Telefondaki ses “Gündüz hemen kulübe
gel, birinci takımda oynayacaksın,” der. Heyecandan nefesi kesilen Gündüz
zatürreeden yeni kurtulmuş bedeniyle, evden “sinemaya gidiyorum” diye çıkıp
doğruca kulüpte alır soluğu. Ve Anadolu takımı ile yapılan özel maçta A takımla
ilk kez sahaya çıkar. İlk yarıyı 2-0 mağlup kapayan Galatasaray, Gündüz’ün attığı
üç golle maçı 3-2 kazanır. Artık A takımın oyuncusudur. Bunun hemen ardından
ilk başarısı gelir. 1932-33 sezonunun ertelenmiş İstanbul fiildi maçı, iki
yıllık bir gecikmeyle 26 Nisan 1935’te Galatasaray ile İstanbulspor arasında
oynanır. Gündüz Kılıç’ın iki golüyle önde olan Galatasaray üçüncü golü de
bulur. Fakat İstanbulsporlu-gerekçesiyle gole itiraz ederler.
İtirazları kabul görmeyince de sahadan topluca çekilirler. Böylece 1932-33
Sezonun İstanbul
fiildi Galatasaray’ı n olurken, en büyük paylardan biri Gündüz’ündür. İlk
Fenerbahçe maçına ise 10 Mayıs 1935’te Fenerbahçe Stadı’na çıkar. Bu maçı 2-1
kaybederler.
Artık bambaşka bir Gündüz vardır
sahada; bitmek bilmeyen enerjisi, tekniği, hava toplarındaki inanılmaz
hakimiyeti bütün defans oyuncularını ekstra bir dikkate mecbur eder. Ama çoğu
nafiledir. Yabancı takımlara karşı ilk maçına Yunan Apollon karşısında çıkar,
ilk golünü ise ikinci maçta Macar Ujpest’e karşı atar. Bütün bu ilklerin ardından
Gündüz Kılıç için başarılar arka arkaya gelmeye başlar. 12 Temmuz 1936’da,
Taksim Stadı’nda Yugoslavya önünde, ilk kez Milli formayla
tanışır. 1937 senesinde zor bir karar aşamasına gelir Gündüz Kılıç ve yine zoru
seçer. Galatasaray Lisesi’ni bitirmeden öğrenim için Almanya’ya gider. Fakat
orada da futboldan ayrı kalamaz. Nitekim Hannover 96 kulübünde futbol topuyla
olan teşrik-i mesaisi devam eder. Daha sonra yurda döner ve öğrenimini Ankara
Maarif Koleji’nde tamamlar. Bundan hemen sonra Galatasaray’da icra-ı sanatına
devam eder. 1940 yılında Galatasaray tarihinin en önemli maçlarından birinde
neredeyse tek başına sırtlar takımını Şeref Stadı’nda; Beşiktaş’a tarihinin en
ağır yenilgilerinden birini tattırır. 9-2 biten maçta beş gol atar. 1944
yılında evlenir ve bir süre sonra futbol sahalarından çekilir. Ama futboldan
kopamaz, Zonguldak’ta Kömürspor
takımında antrenörlük yapar. Bir sene sonra askerliğini Ankara’da yedek subay
olarak yapmaya başlar. Burada da farklı bir şey olmaz, futbol topundan ve düşüncesinden
bir türlü ayrı kalamaz Gündüz Kılıç. Önce Yedek subay Gücü, daha sonra Stadyum
takımlarında futbol oynar. 1947 yılı ise gerçekten bambaşka bir yıl olur, Gündüz Kılıç için. Askerlik
görevinin bitiminde, Devlet Demiryolları’nda memuriyetle tanışan Kılıç aynı zamanda
kurumun takımı Ankara Demirspor’da da oynamaya başlar. Mavi-Lacivert forma ona
çok büyük bir uğur getirir. Eski formuna ve yarım bıraktığı başarılı günlere
geri döner. Bunun yanı sıra bu tarih başka bir şeyin de başlangıcı olacaktır. İleriki
yıllarda alacağı spor yazarlığı ödüllerinin ilk tohumu da aynı yıl atılır.
Türkspor Mecmuası’nda yazılarına başlar Gündüz Kılıç. Aynı yıl yaz ayında
Galatasaray, Gündüz’den daha fazla ayrı kalamaz ve bu has evladını baba ocağına
çağırır. Duraklama devrinden büyük bir hızla Yükseliş devrine geçer Gündüz. Ve
artık adını da bulmuştur. Beşiktaş’ı n Hakkı’sı gibi o da futbol oynarken almıştır
ismini: Baba Gündüz. Şimdiler de herkesin karizma dediği şey, onun varoluşunda gizlidir
belki de. Bir bakışı yeter, tek kelamı mahveder. Sanki kimsenin sırrını
bilemediği gizli bir rayihası vardır bu adamın. Durmak yoktur Gündüz Kılıç
için, 1948’de futbol şubesi genel kaptanı olur. Aynı yıl Londra Olimpiyatlarına
katılan takımdadır. Çin Halk Cumhuriyeti karşısındaki 4-0’lık galibiyette ilk
iki gol onundur. Keza Atina’daki 2-1’lik galibiyette 33.dakikadaki
ilk golü yine o atar. 1951 senesine gelindiğinde spor yazarları tarafından
yılın futbolcusu seçilir, aynı yıl son milli maçı olan Berlin’deki Almanya
müsabakasında hasta olmasına rağmen sahaya kaptan olarak çıkar ve bir devre
hasta hasta oynar. Daha sonra oyuncularına vereceği örnekte olduğu gibi takım
2-1 galip gelince hastalığından eser kalmaz.10 kez giyer Milli formayı ve
bunların 4’ünde kaptandır. Ezeli rakipleri Beşiktaş’a toplam 20, Fenerbahçe’ye ise
9 gol atar. Buraya kadar bakıldığında başarılı bir futbolcu portresi ile karşı
karşıya kalıyoruz. Oysaki 1953’de futbolu bırakmasıyla beraber Gündüz Kılıç
fenomeni başka bir boyut kazanır. O bir futbol adamıdır, ama farklıdır.
Yeniliğe açık, futbolcularını evladı gibi gören, onların birer insan olduğunu unutmadan,
takım olmanın yıldız olmaktan çok daha önemli olduğunu o zamanlardan gören ve
uygulayan öngörüsüyle bambaşka bir portre.
Vefa’yı, Feriköy’ü, Altay’ı, Beşiktaş’ı
ve elbette her daim Galatasaray’ı çalıştırır. Ama gittiği her yerde bir iz, bir
güzellik bırakır. Feriköy’ü çalıştırırken futbol tarihimizde belki de eşi
görülmedik bir olaya imza atar. Kısıtlı imkânlarla mücadele veren Feriköy’ün başındayken
esas yuvası onu çağırır, Galatasaray’ın Baba Gündüz’e ihtiyacı vardır. Zor bir
durumda kalır, ama bunu da aşar. Eşi görülmedik bir biçimde Galatasaray’ın
Teknik menajerlik görevini kabul eder, fakat tek bir şartla; Feriköy’ün de ona
ihtiyacı vardır ve sezon sonuna kadar iki takımı da o idare edecektir. Normal şartlarda
herkesin itiraz edeceği bir duruma kimse ses çıkaramaz, çünkü onun
karakterinden kimsenin en ufak bir şüphesi yoktur. Feriköy taraftarı gereken cevabı
ve herkesin hissettiği duyguyu Beşiktaş maçında sergiler. Dört metrelik Gündüz Kılıç
afişinin altında saatlerce “Baba bizi bırakma!” diye tezahürat yaparlar. Fakat Onlarda bir gerçeği unutmaz o
Baba Gündüz’dür ve sözü sözdür. 1960’da geldiği Galatasaray’ı 1962’de Milli Lig
şampiyonu yapar. Galatasaray ilk kez bir Türk Teknik direktörle şampiyon olmuştur.
Ertesi sene tekrar şampiyon olan Galatasaray yanına Türkiye Kupasını da ekler.
1961-62 sezonunda Galatasaray’a Avrupa şampiyon Kulüpler Kupasında çeyrek final oynatır ki bu bir
Türk takımının oynadığı ilk Çeyrek finaldir. Bu arada Avrupa’da konferanslara ve panellere
katılır. Bir süre sonra katıldığı konferanslarda konuşmacı olarak kürsüden o
seslenecektir. Eşfak Aykaç ve Coşkun Özarı ile birlikte “Futbol bizim Dünyamız”
adlı kitabı yayınlarlar. Daha sonra Teknik bilgi ve birikimini “Futbolun ana
çizgileri” adı altında yayınlar. Futbolun okunabilir olduğunu insanlar ilk onun
yazılarında hissederler neredeyse. Ve her şey bir yana oyuncularını bir baba
gibi sahiplenir. Galatasaray’a kazandırdığı Metin Oktay, Palermo’da zor günler
yaşayınca, hiç çekinmeden Palermo Başkanı Casimiro Vizzini’ye bir mektup yazar.
O mektubun arasından okunacak bir paragraf bile bu büyük spor adamının kişiliğini
ortaya döker: “…Palermo’nun zaferlerini bekleyecek otuz milyon Türk dostunuz var
artık. Siz bu kadar üzerine titrenen bir kıymete sahip olduğunuzu nerden
bilebilirsiniz ki. Ne olur ona iyi bakın. Ona babacan davranın. Ne kadar
büyürse büyüsün daima sevgiye ve şefkate muhtaçtır Metin. Belki de muhitine
cömertçe dağıttığı sevgi ve şefkat akümülatörlerini şarj
edebilmek için. Eminim ki birkaç yıl sonra, memleket Hasretine dayanamayıp vatanın
sahalarına koşacak olan Metin’in arkasından, siz de bana tıpkı benim gibi gözyaşlarınızla
ıslatacağınız bir mektup yollayacak ve hislerimi o zaman daha iyi anlayacaksınız.” Oyuncularına her şeyin futboldan
ibaret olmadığını da öğreten bir beyefendidir o.Hayatı, iyi yaşamayı, güzel
giyinmeyi, müzik dinlemeyi, kitap okumayı sever ve oyuncularına da bunları aşılar.
Baba evinde edindiği bütün görgü kurallarını evladı gibi gördüğü oyuncularına
aktarır. Onların sadece futbol bilgisini değil yaşam kalitesini de arttırmak
için çabalar. Bütün bunların sonunda ise gerçek bir takım ruhu oluşturur. Öyle ki
bu sevgi ve güven ortamı oyuncularda sakat sakat oynama arzusu yaratır. Bir
Galatasaray- Fenerbahçe maçında Ergun Ercins oyunun başlarında oyundan atılır.
Biraz sonra bir hava topu mücadelesinde Mustafa Yürür rakibi ile çarpışır ve
yüzü gözü kan içinde kalır. Kenara geldiğinde baba Gündüz
sorar;
“Nasılsın evladım?” Mustafa cevap verir
“Galiba oynayamayacağım bitkinim, çok kan
kaybettim.”
Baba sorar: “Vücudunda biraz daha
kan var mı?”
Mustafa “Evet” der.
Gündüz Kılıç bunun üzerine
“Öyleyse çık sahaya, onu da akıt öyle gel!” der.
Bu söz Mustafa’nın üzerinde
adeta bir doping etkisi yapar. Sahaya döner ve belki de hayatının futbolunu
oynar, 10 kişilik Galatasaray Metin’in dört golüyle Fenerbahçe’yi 5-0 yener. Güzel
sofraları sever Baba Gündüz, bunun babasından ona geçen bir özellik olduğu söylenir
hep. Yenilsin, içilsin, sohbet edilsin ister. Para hesabı yapmaz, ömrü boyunca.
Yediği yemeğin parasını öderken bile bedelinin iki misli bahşiş bırakan bir
insan olur her zaman. Babalığı bir üst tondan konuşmakta bulmaz hiç, esprili
bir kişiliği vardır her daim. Gazetecilerin bir Fenerbahçe maçı öncesinde
sorduğu “Galatasaray Fenerbahçe karşısına nasıl çıkacak?” sorusuna verdiği
“Tünelden çıkacak.” cevabı zaten bunun en güzel örneklerinden biridir.
1980 yılında ayrılır aramızdan.
Oysa daha öğreteceği ne güzellikler varken bizlere.
Ve onun o ölümünden sonra belki
de saf sevginin en güzel satırlarını has Fenerbahçeli,
can dostu, merhum İslam Çupi
kaleme alır: “Gündüz Kılıç’ı kaybettik, acaba? Hiç mücadele etmemişler, hiç
büyümemişler, toplumu hiç mizaha boyamamışlar, hiç içmemişler, yaşadıklarını
zannediyorlarsa; o zaman Gündüz Kılıç’ı gerçekten kaybettik. Bu dünya içinde
sadece dünyalık yapanlar, doğan güneşle akşam altıda yanan ampule bön bön
bakanlar, hayatı sadece göbeğini dört Cadillac lastiğin üzerinde gezdirmek
sananlar, yaşadıklarını zannediyorlarsa; o zaman Gündüz Kılıç gerçekten ölmüştür...
Etrafına saygı yerine bahşiş
atanlar, kasalarını büyütüp kafa
ve yüreklerini küçültenler, villalarındaki valelerine diş geçiremeyip kitleleri
yönettiklerini sananlar, şayet yaşadıklarını zannediyorlarsa; Gündüz Kılıç o
zaman gerçekten ölmüştür. Baba Gündüz bu ülkede futbol topudur artık.
Yuvarlandığı sürece milyonları ayağa kaldırmaya devam edecektir. Gündüz abi bu
ülkede namusu, dürüstlüğü, ustalığı ve mizahı yansıtmak için açılan her kalemin
mürekkebidir. Gündüz abi zekâdır. Gündüz abi zerafettir. Gündüz abi güvenoyunu
sandıktan değil, halkından alan
gerçek bir liderdir. Gündüz abi,
‘Gündüz abi gibi’ olmak isteyenlerin el ve kafa uzunluğu ile yetişemedikleri
gerçek bir fenomendir. Gündüz abi her içilen sigaradaki sıcaklığın, Gündüz abi
her önümüze koyduğumuz rakı kadehindeki incecik alayı n, büyük bir düşüncenin,
erişilmez bir alkol disiplininin en kocaman öğretmenidir. Gündüz abi 62 yıl yaşadı.
Bu altmış iki yıl hiçbir canlının ulaşamayacağı altıyüzyirmi yılın rengidir,
kudretidir, yüceliğidir, erişilmezliğidir. En büyük insanı değil galiba çağı
kaybettik... Çağı hiçbir zaman yakalayamayanlar buyursunlar Gündüz abinin tabutunun
arkasına.”
Böyle bir yazının üzerine söz
bitiyor galiba. Bize kalan ise bu büyük insanı tanıyabilme çabası ve o güzelim
fotoğraflarından bir anlam çıkarabilme uğraşı. Ya da Türkçemizin iyi şairlerinden
Birhan Keskin’in o fotoğraflarla birleşince bambaşka güzellikler kazanan iki
dizesi;
…geçtim hepsinden, öyle hünerle/
ki yaşadığımı sanıyorlar hâlâ…
* Cem Zamur Tam Saha Dergisi 2005 Haziran Sayısı
alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder