13 Eylül 2012 Perşembe

Aslında En Kral Oydu!


Bir futbolcuyu anarken, sadece yeteneklerini değil, sakinliğini, efendiliğini, dürüstlüğünü ve zarafetini hatırladığımız kaç isim var? Ya da soruyu farklı şekilde sorarsak; bir insanın bünyesinde hem yeteneği hem de bu özellikleri birleştirmesi mümkün mü?

Türkiye sınırları içinde bu soruya verilecek en hızlı cevap, tuttukları takımın rengi ne olursa olsun, yaşı
Kırkı aşkın olan futbolseverlerin ağzından aynı anda ses buluyor: Metin Oktay…
O kraldı ve hâlâ kral.

Dönemin kısıtlı şartlarında görenler görmeyenlere, bilenler bilmeyenlere anlattı ve kuşaklar onun müthiş hikâyeleriyle büyüdü, gelişti. Yaşı kırk civarında onun adı verilen kaç insan var Türkiye'de?
Araştırma yapılacak olsa, karşımıza muhakkak on binlerle ifade bulan bir rakam çıkacaktır. Bu insanlara isimleri, sadece Metin Oktay’ın insanüstü yeteneği ve taraftarların Galatasaray aşkı yüzünden verilmedi. Her ana-babanın evlatlarında olmasını dilediği bütün güzel özelliklerin adıydı Metin.
2 Şubat 1936 tarihinde Metin'in dünyaya gelişi, Oktay ailesini havalara uçuran bir sevinç yaratmıştı.Oktay çiftinin üç kızdan sonra bir erkek çocukları olmuştu. Metin Oktay o günlere ait anılarında, zor koşullara rağmen -Onca Yoksulluk Varken- her zaman el bebek gül bebek büyütüldüğünü, kısıtlı İmkânların hep kendisi için seferber edildiğini anlatırdı. Karşıyaka'dan Alsancak'a taşınmalar Metin için büyük değişikliğin başlangıcı oldu. Alsancak İlkokulu, Alsancak Stadı'nın hemen bitişiğindeydi. Metin okuldan arta kalan bütün zamanını hayranı olduğu Saitleri, Vahaları, Fuatları izleyerek geçiriyordu. O dönemde en büyük idolü Sait Altınordu’ydu. Metin’in içine düşen futbol aşkı, artık onu geceleri gizlice kolunun altına sıkıştırdığı yamalı topuyla Fuar'a çekiyordu. Fuar'ın gece ışıklarını fırsat bilip sabaha kadar çalışıyordu. Bu gecelerde yanındaki tek arkadaşı Fuar'ın gece bekçisiydi. Yine bir gece çalışırken, tanımadığı bir adam 'film noir' gizemiyle paltosunun cebinden kartını çıkarıp “Yarın beni muhakkak görmeye gel evlat,” deyip karanlığın içinde kaybolacaktı. 

Bu fırsat,15 yaşındaki genç Metin'i, Kral Metin Oktay olmaya götüren ilk adımdı.Damlacıklı Metin, 8 numaralı formayı sırtına geçirmiş-ki 8 numara Sait Altınordu'nun forma numarasıydı- ve sahne almıştı. Damlacık'ta henüz üçüncü ayını doldurduğunda, Genç Milli Takım aday kadrosuna çağrıldı. Fakat son anda Brüksel'e götürülmekten vazgeçilip İzmir'e geri yollandı. Ama Adnan Süvari denetimindeki Yün Mensucat, Genç Milli Takım'a çağrılan bu potansiyelin farkına varıp Metin'i transfer etti. Metin O sezon 14 gol atarak yeniden Genç Milli Takım'a seçildi. 

O günlerle ilgili en önemli detaylardan birini Babıâli’nin en önemli kalemlerinden merhum İslam Çupi'nin kaleminden alıntılayalım: “İnönü Stadı'nın zemini Haliç'in dibi gibi idi, yürümek isteyen yürüyemiyor batıyordu. Genç Milli takım Adalet'le birHazırlık maçı oynuyordu. Adalet o gün, henüz tüyleri dudak ve yanaklarına çıkmamış Genç takımı 6-2 yendi. Bu doğaldı. Fakat sahada doğal olmayan başka bir şey vardı. Genç Milli Takımımızın 8 numaralı formasını giymiş çocuğun 90 dakika ortaya koyduğu futbolun Adalet takımının attığı 6 golden daha çarpıcı oluşu idi. O 8 numaralı çocuk iki ayağını müthiş beceri içinde kullanıyor, her iki ayağı ile kendi çaprazlarına 50-60 metreyi bulan paslar atıyor ve balçık çamuru yenen büyük tekniği hemen fark ediliyordu. Adalet'e o iki golü, o gün o çocuk atmıştı. Hele 20 pastan attığı frikik golü Adalet kalecisi lastik Ömer için 'Gözlerin bile yakalaması mümkün olmayan' bir hız ve dehşette idi...”
1954 yılında Almanya'nın Leverkusen şehrinde Belçika'ya karşı ilk kez Milli Takım formasını giyip,2 gol atınca artık Metin'in önünde hiçbir engel kalmamıştı. Türkiye'ye dönüşte ilk önce Beşiktaş sonra da Galatasaray'la görüşmüş fakat bu görüşmelerden bir sonuç çıkmamıştı. O da İzmir'e dönüp İzmirspor'un teklifini değerlendirdi. Ve Metin Oktay 5000 Liraya İzmirspor'lu oldu. O yıl 'kral' 17 golle gol Kralı, İzmirspor ise şampiyon oluyordu.Sezon sonu Gündüz Kılıç'ın tavsiyesi üzerine İzmir'e gelen Galatasaraylı dört yönetici 15 dakika izledikleri Metin Oktay için nihai kararlarını veriyorlardı; “Alalım bu çocuğu…” 

11 Temmuz 1955 tarihinde Galatasaray, gelmiş geçmiş en büyük efsanesine imza attırıyordu. İlk maçında Beyoğluspor'a karşı golünü atınca, taraftarın büyük sevgisini kazanmış ve bu sevgi o günden bugüne bir katre olsun azalmamıştır. Metin Oktay'ın başarıları bu tarihten itibaren arka arkaya gelmeye başladı. 1956'da Açıkhava sinemalarında seyrettiği Czibor ve Puşkaş'lı Macaristan karşısında alınan 3-1'lik galibiyette Lefter'in 2 golünün yanında Metin Oktay'ın golü vardı. Efsane yerini buluyordu. Metin Oktay, 1955-56 sezonunu 17 maçta attığı19 golle, gol kralı olarak tamamladı. Keza 1956-57, 1957-58, 1958-59 yıllarında, değişen bir şey olmadı. Metin Oktay, Kral'dı.
Dönemin en güzel gollerine imza attı. Görenlerin, izleyenlerin her zaman ifade ettiği müthiş tekniği, iki ayağını da aynı maharette kullanması, kafa vuruşlarının ayağıyla attığı şutlardan şiddet olarak hiçbir farkının olmaması, onun alamet-i farikasıydı. Öyle ki Ertuğrul Dilek'in yönettiği bir maç sırasında

-kendisinden alıntılayarak aktarırsak- şöyle bir olay cereyan etmişti: “1960'lı yıllarda Ali Sami Yen Stadı'nda Galatasaray-PTT karşılaşmasının 89.dakikası oynanırken çamurdan adeta gülle gibi olmuş bir top, ben de ceza alanının köşesindeyim. Eforun azaldığı bu dakikalarda, Metin ceza alanının önünden yükselip bir kafa vurdu ki; topu ağlarda gördüğümde şaşkınlığımdan bir süre orta alanı gösterememiştim.” Ve 1959 tarihinde oynanan Fenerbahçe maçı… Bu maç için Yugoslavya'dan hakem getirtilmişti. Maç içinde yaşanan bin türlü gerginlikten sonra (buna Metin Oktay'ın yanlış bir kararla oyundan atılıp daha sonra hakemin bu kararından vazgeçmesi de dahil!) 37. dakikaya kadar gelinmişti. O dakikada Nuri'nin uzattığı pasa hareketlendi Metin Oktay, ilk önce Osman'dan daha sonra Naci'den sıyrıldı, fakat sıyrılırken açısını iyice kaybetmişti ve neredeyse aut çizgisine gelmişti. Tam o sırada kaleci Özcan Arkoç'un bile beklemediği bir bazuka çıkardı Metin Oktay. Tribünlerin gol diye ayağa kalktığı anda kafalarda hâlâ bir soru işareti kalmıştı, zira top saha dışında geziniyordu. Topun neden dışarıda olduğu az sonra hakemin ağları kontrol etmesiyle anlaşıldı. Golüyle ağları yırtan MetinOktay, efsanesini yazmaya devam ediyordu. Metin Oktay bir anlamda da sebat ve sabır demekti.
1960 yılında askere sekiz gün geç gittiği gerekçesiyle gözaltına alındı ve önce Paşakapısı sonra da Toptaşı Cezaevleri'nde 45 günlük cezasını çekti. Çıktığında, tam anlamıyla Toptaşı'ndan top başına koştu. Hapisten çıktığının ertesi günü, Karagümrük maçında 2 gol atarak Galatasaray'ın 3-0'lık galibiyetinde en önemli rolü oynadı. 1961'de yeni bir sayfa açılıyordu. Efsane,1961'de İtalya'nın Palermo kulübüne transfer oldu. Ama zor geçti orada yıllar. Bir yıllık erbainini doldurduktan sonra, tekrar eski ve tek gerçek sevgilisine döndü. 1969'da Galatasaray şampiyon, Metin Oktay gol kralı oldu ve futbol hayatını bu en güzel yerde noktaladı. Metin Oktay için istatistiğe gerek olmadığını düşünenlerdenim. Fakat birkaç genel istatistik vermek gerekiyor. Efsane, 608 kez fileleri topla bir araya getirmiş. Maç başına 1.46'lık gol ortalamasını kırmak henüz kimseye nasip olamadı ve kanımca da olamayacak. 40 kez milli formayı giymiş ve milli formayla fileleri 17 kez ziyaret etmiş. Tüm liglerde11 kez gol kralı olmuş. Ayrıca 1959'dan sonra Türkiye Futbol Ligi'nde en çok gol kralı olan futbolcu.

Tam 6 kez kazanmış bu unvanı. Rakamların bir anlamı yok... Yüzüncü yılından gün alan Galatasaray camiası için belki de bu büyük tarihin en önemli figürü o. En önemli efsanelerden biri, belki de birincisi.Dünya çapında, gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan Metin Oktay. Efendiliği, sadeliği, tevazusu da çabası…

O tevazu ki galip gelinen bir maç sonrasında bile, tribünleri selamlarken yüzünün kızarmasına neden olurdu Metin Oktay'ın. Sporculuğunu, efendiliğini ve Galatasaraylılığını hiçbir zaman paraya tahvil etmeyen bir insandı o. Onu genç futbolcularla paylaşacağı nice deneyim varken çok erken bir yaşta kaybettik. Başka bir zamanın beyefendisiydi o, yumuşasın diye ayakkabılarını zeytinyağına yatıran bir kuşağın. Bize erken vedasına rağmen çok şey öğretti, mesela sadece gol atmakla kral olunamayacağını.
O tek kraldı, hâlâ da öyle."

Cem Zamur

*Tamsaha Dergisi Kasım 2004 , Birinci  sayısından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder