3 Ekim 2010 Pazar

Bu Hayatta Bana En İyi Ben Geliyorum...


İhmal etmek...


Günlük hayatımızda ne kadar çok kullanırız bu kelimeyi aslında birilerini, bir şeyi, bir yeri sürekli ihmal ettiğimiz konusunda yakarır, şikayet ederiz. Ve her zaman kendimizin bile inanmadığı sözler verip bir daha ihmal etmeyeceğimiz konusunda yeminler ederiz. Nedenlerimiz hep aynıdır, ya işimizi, ya zamanı, ya da şehrimizi bahane ederiz. Ama bu keşmekeşlik arasında geriye dönüp baktığımızda kendimizi ihmal ettiğimizin farkına bile varmayız.

Dün gece yatarken sabah bir sinir harbiyle uyanacağımı bilmeden uykuya dalmıştım. Pazar sabahımı, öğlenimi kısaca günümü sinirimle geçirmemek için kapıyı vurduğum gibi aldım soluğu İstanbul'un sokaklarında. Kendi kendime kavga edip yürürken derin derin İstanbul soluklandım. Ben alıp verdikçe İstanbul'u sakinleştim, dinginleştim farkında olmadan. Sonra bir kitapevinin kapısında buldum kendimi.Selüloz kokusu çekti galiba .Adına,Yazarına bakmadan açıp açıp kağıt kokladım dakikalarca.Oysa ne kadar çok yapardım ben bunu ne zamandır yapmıyorum sorusu takıldı aklıma. Gezdikçe gezdim kendimi kaybettim her kitaba saldırdım birinin önsözü, diğerinin sonu derken kasada koltuğumun altında bir sürü kitapla bekliyor buldum kendimi. Gezerken ne karnımın açlığı ne de susuzluğum aklıma gelmişti ki bir cafeye oturup arkama yaslanınca anladım ne kadar aç olduğumu. Karnımı doyurduktan sonra kitaplarımla dolu poşete elimi attım ilk gelen Vedat Türkali romanımın sayfalarını açarken hem kitabım hem de çayım içimi ısıtıyordu. Bir an düşündüm eskiden ne çok yapardım bir parka, bir cafeye gidip saatlerce çevremde olup bitene kulak tıkayıp kitap okumayı. Ne kadar zamandır yapmıyorum sorusu takıldı aklıma…

Ne kadar süre kitap okudum, kaç tane çay içtim, karşı masamdaki insanlar kaç kere değişti bilmeden bir baktım ki güneş yerini aya vermiş. Akşam oldu diye illa eve mi girmek lazım annem mi bağırdı sanki ezan okununca eve gel diye sorarken İstanbul sokaklarında ellerim de poşetler bir o sokaktan bir bu sokağa girerek şuursuzca yürüdüm. Yürürken hayal kurdum, bazen okudum roman kahramanı yerine, bazen 5 sene sonraki benin yerine geçtim. Hayal dünyamda ki gibi sokaklarda da kayboldum.

Artık ayaklarım hadi artık çok yürüdük diye şikayet ettiğinde çevirdim evimin kapısının kilidini. Oysa dedim eskiden ne çok yapardım aklımda hayallerim saatlerce yürürdüm ne kadar zamandır yapmıyordum sorusu takıldı aklıma…

Her şeyi ihmal ederken anladım ki hayatta en çok bana iyi gelen şeyi kendimi ihmal etmişim bunca zaman. Herkesin isteği, gönlü hoş olsun diye kendimi unutup hoş etmemişim beni.

Oysa unutmuşum ben olmasam diğerlerinde benim dünyamda olmayacağını. Ben yoksam dünya yok işte. Bilmiyorum belki yine zaman, İstanbul önüme geçer ihmal ederim beni ama söz verdim bugün hiç bu kadar uzun süre etmicem bir daha beni. Uzun zaman sonra ilk defa nefes alıp verdiğimin, göğsümün inip çıktığının farkına vardım. Nice zaman sonra yürürken salakça, nedensizce güldüm, bana çay getirip içimin ısınmasına vesile olan garsonlara sürekli teşekkür etmenin hazzını yaşadım, özlediklerimle konuştum dakikalarca telefonda. Farkına vardım ki kendimi özlemişim… Oysa insan hiç kendini özler mi?

Bugün anladım ki hayat değil insanın kendisi hiç ihmal edilmeye gelmiyor… İhmal ederken aslında kendini yakınlaşsa da çevresi kendisi bir o kadar uzaklaşıyor benliğinden. Bugün anladım ki her şey ihmal edilebilir ama insanın kendisi asla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder