20 Ekim 2012 Cumartesi

Gündüz Düşleri



Futbolculuğu bir başkadır, antrenörlüğü daha bir başka. Yazarlıkta ustadır. Gerçek bir beyefendi, bir büyük başöğretmen, saygın bir futbol adamıdır. Geçmişten günümüze esintiler yansıtan bir efsane kahramandır. Ölçülü, bilgili, engin kültürlü ve görgülüdür. Döneme imza atanların başında o gelir. Çünkü o, her yönüyle Türk futbolunun temel taşı sayılabilecek bir değerdir.

Fotoğraftan karakter tahmini yapmak mümkün müdür?  Bilimsel olarak olmasa bile, insanların bazı fotoğraflarının, bize gerçekten de o şahsın kişiliğiyle ilgili çok önemli ipuçları sunduğu oluyor Hemen örnek vermek gerekirse; Metin Oktay’ın seyircinin tezahüratına karşılılık mahcup bir ifadeyle yere bakarak sağ eli ile kalbini tutup, kendince seyircilerine teşekkür bildiren fotoğrafı... Yusuf Tunaoğlu’nun her daim objektife baksa bile uzaklara dalıp giden gözleri... Basri Dirimlili’nin maç bitiminde, yorgun ama mağrur, forması ter, kan ve çamur karışımıyla lekelenmiş halde, alnındaki bandajla bir fotoğraf karesine sığan hikayesi... Baba Hakkı’nın formasının üzerine giydiği süveteriyle objektiflere yansıttığı o otoriter poz. Hepsi şimdilerin ışıltılı ve TV kameralı dünyasının sahte gerçekliğinin karşısında tarihe düşülmüş vecizeler sanki.


Ve bu yazıya böyle bir giriş gerektiren bambaşka bir fotoğraf; neresi olduğunu pek de bilemediğimiz bir avluda Metin Oktay’la el ele tutuşmuş ve ona bir şeyler anlatan, halinden ve tavrından gün görmüş bir beyefendi olduğunu çıkarttığımız, şıklığıyla yaşam görgüsü hakkında fikir sahibi olabildiğimiz o insan. Tam da bu günlerde yüzüncü yılını kutlayan bir kulübün yapıtaşlarından en önemlisi… Lakin sadece o kulüp için değil, bilgisini, görgüsünü, birikimini bütün spor dünyasıyla paylaşan bir cumhuriyet çocuğu… Kılıç Ali’nin oğlu, Galatasaray’ın babası; Gündüz Kılıç. Babası Atatürk’ün silah arkadaşı, Antep ve Maraş cephesi komutanlarından Asaf Kılıç Ali’dir. Kurtuluş Savaşı’nda önemli rol oynayan komutanlardan olduğu gibi, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de önemli isimlerindendir. Antep mebusluğu yapmış, İş Bankası’nın kurucu üyesi olmuştur. Annesi ise İstanbul’un köklü ailelerinden birinin kızı olan Hümeyra Hanım’dır.

1918 yılında İstanbul Bakırköy’de dünyaya gelir Gündüz Kılıç. Dört kardeşin ikincisidir. İlk olarak Feyziye Mektebi’nde eğitimine başlar. Ertesi sene diğer iki kardeşiyle beraber Galatasaray’ın ilk mektebine verilir. Aile o sıralar Ankara’da yaşamaktadır.Kardeşleriyle beraber tatil günlerinde ne yapacaklarına karar verme aşamasında Gündüz sinemayı tercih ederken, ağabeyi ve küçük kardeşi maça gitmekte ısrar edince Taksim Stadı’nın yolunu tutarlar. Bu zoraki stad ziyaretleri zamanla ona futbolu sevdirir. Leblebi Mehmet’leri, Nihat’ları, Ulvi’leri, Muslih’leri, Bekir’leri, Zeki’leri ve Mithat’ları alkışlamaya başlar. Okula dönünce küçük bir tenis topuyla onların dünyasına dalar ve sanki onlardan biriymişçesine soğuk yatakhane koridorlarında koşturur. Beşinci sınıfa geldiğinde ise kendi deyimiyle adamakıllı bir futbol tiryakisi olur. Büyük teneffüslerde bahçede iddialı maçlar tertip edilmeye başlanır. “Grand cour” onlar için Wembley olur bir bakıma. Ortaköy’den gelen Galatasaraylılarla büyük maçlar düzenlenir. Elbette ki malzemeler yetersizdir, büyük sınıflardaki ağabeylerinden malzeme temin edilir ve tekmelik olarak da müsvedde defterleri devreye girer. Aynı yılın sonunda iki kardeş okulu bitirip diplomalarını alınca, babaları “Dileyin benden ne dilerseniz,” der. Adres bellidir baştan, Zeki Rıza’nın spor mağazası. Ayakkabı, tekmelik, tozluk, bileklik gibi malzemeler alındıktan sonra sıra formaya gelir ve işte o gün belki de bir hayatının hangi renk üzerinden şekilleneceğini ortaya koyar küçük Gündüz; Sarı-kırmızı… Aynı Grand cour’da altıncı sınıfta bambaşka bir maça çıkar Gündüz, bu sefer rakip kuvvetlidir. Kulüp takımında da oynayan Cici Necdet’in, Fazıl ve Kadir’in bulunduğu sınıf Gündüz’lerin sınıfını iyice benzeterek 7-1 yener. Gündüz üzüntüyle sahadan çıkarken dikkatle izlendiğinin farkında değildir, o hâlâ mağlubiyete yanıyordur. Bir süre sonra tenis topuyla kurduğu hayal gerçeğe dönüşür ve kulübün dördüncü takımına alınır. Ardından da genç takımı, yani o dönemdeki adıyla üçüncü takımı çalıştıran Leblebi Mehmet, Gündüz’ü kendi takımına alır. Beşiktaş’la yapılan maçta ilk kez forma giyer ve 1-1 biten maçta Galatasaray’ı n tek golünü o atar. Artık önü daha da açıktır. Nitekim bütün sezon bu kadroyla oynar ve bir sene sonra 1934’te bu kadronun vazgeçilmez isimlerinden biri olur. İri ve güçlü fiziğiyle santrfor mevkiinde durdurulamaz bir görüntü çizmeye başlar. Fakat tam bu sırada büyük bir talihsizlik yaşar. Zatürree olur ve 1935 baharına kadar futbola ara vermek zorunda kalır. 1935 Nisan’ında Kılıçlar ailece yemek yerken, telefon çalar ve Muslih Hoca, Gündüz’ü arar. Telefondaki ses “Gündüz hemen kulübe gel, birinci takımda oynayacaksın,” der. Heyecandan nefesi kesilen Gündüz zatürreeden yeni kurtulmuş bedeniyle, evden “sinemaya gidiyorum” diye çıkıp doğruca kulüpte alır soluğu. Ve Anadolu takımı ile yapılan özel maçta A takımla ilk kez sahaya çıkar. İlk yarıyı 2-0 mağlup kapayan Galatasaray, Gündüz’ün attığı üç golle maçı 3-2 kazanır. Artık A takımın oyuncusudur. Bunun hemen ardından ilk başarısı gelir. 1932-33 sezonunun ertelenmiş İstanbul fiildi maçı, iki yıllık bir gecikmeyle 26 Nisan 1935’te Galatasaray ile İstanbulspor arasında oynanır. Gündüz Kılıç’ın iki golüyle önde olan Galatasaray üçüncü golü de bulur. Fakat İstanbulsporlu-gerekçesiyle gole itiraz ederler. İtirazları kabul görmeyince de sahadan topluca çekilirler. Böylece 1932-33
Sezonun İstanbul fiildi Galatasaray’ı n olurken, en büyük paylardan biri Gündüz’ündür. İlk Fenerbahçe maçına ise 10 Mayıs 1935’te Fenerbahçe Stadı’na çıkar. Bu maçı 2-1 kaybederler. 

Artık bambaşka bir Gündüz vardır sahada; bitmek bilmeyen enerjisi, tekniği, hava toplarındaki inanılmaz hakimiyeti bütün defans oyuncularını ekstra bir dikkate mecbur eder. Ama çoğu nafiledir. Yabancı takımlara karşı ilk maçına Yunan Apollon karşısında çıkar, ilk golünü ise ikinci maçta Macar Ujpest’e karşı atar. Bütün bu ilklerin ardından Gündüz Kılıç için başarılar arka arkaya gelmeye başlar. 12 Temmuz 1936’da, Taksim Stadı’nda Yugoslavya önünde, ilk kez Milli formayla tanışır. 1937 senesinde zor bir karar aşamasına gelir Gündüz Kılıç ve yine zoru seçer. Galatasaray Lisesi’ni bitirmeden öğrenim için Almanya’ya gider. Fakat orada da futboldan ayrı kalamaz. Nitekim Hannover 96 kulübünde futbol topuyla olan teşrik-i mesaisi devam eder. Daha sonra yurda döner ve öğrenimini Ankara Maarif Koleji’nde tamamlar. Bundan hemen sonra Galatasaray’da icra-ı sanatına devam eder. 1940 yılında Galatasaray tarihinin en önemli maçlarından birinde neredeyse tek başına sırtlar takımını Şeref Stadı’nda; Beşiktaş’a tarihinin en ağır yenilgilerinden birini tattırır. 9-2 biten maçta beş gol atar. 1944 yılında evlenir ve bir süre sonra futbol sahalarından çekilir. Ama futboldan
kopamaz, Zonguldak’ta Kömürspor takımında antrenörlük yapar. Bir sene sonra askerliğini Ankara’da yedek subay olarak yapmaya başlar. Burada da farklı bir şey olmaz, futbol topundan ve düşüncesinden bir türlü ayrı kalamaz Gündüz Kılıç. Önce Yedek subay Gücü, daha sonra Stadyum takımlarında futbol oynar. 1947 yılı ise gerçekten bambaşka bir yıl olur, Gündüz Kılıç için. Askerlik görevinin bitiminde, Devlet Demiryolları’nda memuriyetle tanışan Kılıç aynı zamanda kurumun takımı Ankara Demirspor’da da oynamaya başlar. Mavi-Lacivert forma ona çok büyük bir uğur getirir. Eski formuna ve yarım bıraktığı başarılı günlere geri döner. Bunun yanı sıra bu tarih başka bir şeyin de başlangıcı olacaktır. İleriki yıllarda alacağı spor yazarlığı ödüllerinin ilk tohumu da aynı yıl atılır. Türkspor Mecmuası’nda yazılarına başlar Gündüz Kılıç. Aynı yıl yaz ayında Galatasaray, Gündüz’den daha fazla ayrı kalamaz ve bu has evladını baba ocağına çağırır. Duraklama devrinden büyük bir hızla Yükseliş devrine geçer Gündüz. Ve artık adını da bulmuştur. Beşiktaş’ı n Hakkı’sı gibi o da futbol oynarken almıştır ismini: Baba Gündüz. Şimdiler de herkesin karizma dediği şey, onun varoluşunda gizlidir belki de. Bir bakışı yeter, tek kelamı mahveder. Sanki kimsenin sırrını bilemediği gizli bir rayihası vardır bu adamın. Durmak yoktur Gündüz Kılıç için, 1948’de futbol şubesi genel kaptanı olur. Aynı yıl Londra Olimpiyatlarına katılan takımdadır. Çin Halk Cumhuriyeti karşısındaki 4-0’lık galibiyette ilk iki gol onundur. Keza Atina’daki 2-1’lik galibiyette 33.dakikadaki ilk golü yine o atar. 1951 senesine gelindiğinde spor yazarları tarafından yılın futbolcusu seçilir, aynı yıl son milli maçı olan Berlin’deki Almanya müsabakasında hasta olmasına rağmen sahaya kaptan olarak çıkar ve bir devre hasta hasta oynar. Daha sonra oyuncularına vereceği örnekte olduğu gibi takım 2-1 galip gelince hastalığından eser kalmaz.10 kez giyer Milli formayı ve bunların 4’ünde kaptandır. Ezeli rakipleri Beşiktaş’a toplam 20, Fenerbahçe’ye ise 9 gol atar. Buraya kadar bakıldığında başarılı bir futbolcu portresi ile karşı karşıya kalıyoruz. Oysaki 1953’de futbolu bırakmasıyla beraber Gündüz Kılıç fenomeni başka bir boyut kazanır. O bir futbol adamıdır, ama farklıdır. Yeniliğe açık, futbolcularını evladı gibi gören, onların birer insan olduğunu unutmadan, takım olmanın yıldız olmaktan çok daha önemli olduğunu o zamanlardan gören ve uygulayan öngörüsüyle bambaşka bir portre.

Vefa’yı, Feriköy’ü, Altay’ı, Beşiktaş’ı ve elbette her daim Galatasaray’ı çalıştırır. Ama gittiği her yerde bir iz, bir güzellik bırakır. Feriköy’ü çalıştırırken futbol tarihimizde belki de eşi görülmedik bir olaya imza atar. Kısıtlı imkânlarla mücadele veren Feriköy’ün başındayken esas yuvası onu çağırır, Galatasaray’ın Baba Gündüz’e ihtiyacı vardır. Zor bir durumda kalır, ama bunu da aşar. Eşi görülmedik bir biçimde Galatasaray’ın Teknik menajerlik görevini kabul eder, fakat tek bir şartla; Feriköy’ün de ona ihtiyacı vardır ve sezon sonuna kadar iki takımı da o idare edecektir. Normal şartlarda herkesin itiraz edeceği bir duruma kimse ses çıkaramaz, çünkü onun karakterinden kimsenin en ufak bir şüphesi yoktur. Feriköy taraftarı gereken cevabı ve herkesin hissettiği duyguyu Beşiktaş maçında sergiler. Dört metrelik Gündüz Kılıç afişinin altında saatlerce “Baba bizi bırakma!” diye tezahürat yaparlar. Fakat Onlarda bir gerçeği unutmaz o Baba Gündüz’dür ve sözü sözdür. 1960’da geldiği Galatasaray’ı 1962’de Milli Lig şampiyonu yapar. Galatasaray ilk kez bir Türk Teknik direktörle şampiyon olmuştur. Ertesi sene tekrar şampiyon olan Galatasaray yanına Türkiye Kupasını da ekler. 1961-62 sezonunda Galatasaray’a Avrupa şampiyon Kulüpler Kupasında çeyrek final oynatır ki bu bir Türk takımının oynadığı ilk Çeyrek finaldir. Bu arada Avrupa’da konferanslara ve panellere katılır. Bir süre sonra katıldığı konferanslarda konuşmacı olarak kürsüden o seslenecektir. Eşfak Aykaç ve Coşkun Özarı ile birlikte “Futbol bizim Dünyamız” adlı kitabı yayınlarlar. Daha sonra Teknik bilgi ve birikimini “Futbolun ana çizgileri” adı altında yayınlar. Futbolun okunabilir olduğunu insanlar ilk onun yazılarında hissederler neredeyse. Ve her şey bir yana oyuncularını bir baba gibi sahiplenir. Galatasaray’a kazandırdığı Metin Oktay, Palermo’da zor günler yaşayınca, hiç çekinmeden Palermo Başkanı Casimiro Vizzini’ye bir mektup yazar. O mektubun arasından okunacak bir paragraf bile bu büyük spor adamının kişiliğini ortaya döker: “…Palermo’nun zaferlerini bekleyecek otuz milyon Türk dostunuz var artık. Siz bu kadar üzerine titrenen bir kıymete sahip olduğunuzu nerden bilebilirsiniz ki. Ne olur ona iyi bakın. Ona babacan davranın. Ne kadar büyürse büyüsün daima sevgiye ve şefkate muhtaçtır Metin. Belki de muhitine cömertçe dağıttığı sevgi ve şefkat akümülatörlerini şarj edebilmek için. Eminim ki birkaç yıl sonra, memleket Hasretine dayanamayıp vatanın sahalarına koşacak olan Metin’in arkasından, siz de bana tıpkı benim gibi gözyaşlarınızla ıslatacağınız bir mektup yollayacak ve hislerimi o zaman daha iyi anlayacaksınız.” Oyuncularına her şeyin futboldan ibaret olmadığını da öğreten bir beyefendidir o.Hayatı, iyi yaşamayı, güzel giyinmeyi, müzik dinlemeyi, kitap okumayı sever ve oyuncularına da bunları aşılar. Baba evinde edindiği bütün görgü kurallarını evladı gibi gördüğü oyuncularına aktarır. Onların sadece futbol bilgisini değil yaşam kalitesini de arttırmak için çabalar. Bütün bunların sonunda ise gerçek bir takım ruhu oluşturur. Öyle ki bu sevgi ve güven ortamı oyuncularda sakat sakat oynama arzusu yaratır. Bir Galatasaray- Fenerbahçe maçında Ergun Ercins oyunun başlarında oyundan atılır. Biraz sonra bir hava topu mücadelesinde Mustafa Yürür rakibi ile çarpışır ve yüzü gözü kan içinde kalır. Kenara geldiğinde baba Gündüz sorar;
 “Nasılsın evladım?” Mustafa cevap verir
 “Galiba oynayamayacağım bitkinim, çok kan kaybettim.”
Baba sorar: “Vücudunda biraz daha kan var mı?”
Mustafa “Evet” der.
Gündüz Kılıç bunun üzerine “Öyleyse çık sahaya, onu da akıt öyle gel!” der.
Bu söz Mustafa’nın üzerinde adeta bir doping etkisi yapar. Sahaya döner ve belki de hayatının futbolunu oynar, 10 kişilik Galatasaray Metin’in dört golüyle Fenerbahçe’yi 5-0 yener. Güzel sofraları sever Baba Gündüz, bunun babasından ona geçen bir özellik olduğu söylenir hep. Yenilsin, içilsin, sohbet edilsin ister. Para hesabı yapmaz, ömrü boyunca. Yediği yemeğin parasını öderken bile bedelinin iki misli bahşiş bırakan bir insan olur her zaman. Babalığı bir üst tondan konuşmakta bulmaz hiç, esprili bir kişiliği vardır her daim. Gazetecilerin bir Fenerbahçe maçı öncesinde sorduğu “Galatasaray Fenerbahçe karşısına nasıl çıkacak?” sorusuna verdiği “Tünelden çıkacak.” cevabı zaten bunun en güzel örneklerinden biridir.
1980 yılında ayrılır aramızdan. Oysa daha öğreteceği ne güzellikler varken bizlere.

Ve onun o ölümünden sonra belki de saf sevginin en güzel satırlarını has Fenerbahçeli,
can dostu, merhum İslam Çupi kaleme alır: “Gündüz Kılıç’ı kaybettik, acaba? Hiç mücadele etmemişler, hiç büyümemişler, toplumu hiç mizaha boyamamışlar, hiç içmemişler, yaşadıklarını zannediyorlarsa; o zaman Gündüz Kılıç’ı gerçekten kaybettik. Bu dünya içinde sadece dünyalık yapanlar, doğan güneşle akşam altıda yanan ampule bön bön bakanlar, hayatı sadece göbeğini dört Cadillac lastiğin üzerinde gezdirmek sananlar, yaşadıklarını zannediyorlarsa; o zaman Gündüz Kılıç gerçekten ölmüştür... Etrafına saygı yerine bahşiş
atanlar, kasalarını büyütüp kafa ve yüreklerini küçültenler, villalarındaki valelerine diş geçiremeyip kitleleri yönettiklerini sananlar, şayet yaşadıklarını zannediyorlarsa; Gündüz Kılıç o zaman gerçekten ölmüştür. Baba Gündüz bu ülkede futbol topudur artık. Yuvarlandığı sürece milyonları ayağa kaldırmaya devam edecektir. Gündüz abi bu ülkede namusu, dürüstlüğü, ustalığı ve mizahı yansıtmak için açılan her kalemin mürekkebidir. Gündüz abi zekâdır. Gündüz abi zerafettir. Gündüz abi güvenoyunu sandıktan değil, halkından alan
gerçek bir liderdir. Gündüz abi, ‘Gündüz abi gibi’ olmak isteyenlerin el ve kafa uzunluğu ile yetişemedikleri gerçek bir fenomendir. Gündüz abi her içilen sigaradaki sıcaklığın, Gündüz abi her önümüze koyduğumuz rakı kadehindeki incecik alayı n, büyük bir düşüncenin, erişilmez bir alkol disiplininin en kocaman öğretmenidir. Gündüz abi 62 yıl yaşadı. Bu altmış iki yıl hiçbir canlının ulaşamayacağı altıyüzyirmi yılın rengidir, kudretidir, yüceliğidir, erişilmezliğidir. En büyük insanı değil galiba çağı kaybettik... Çağı hiçbir zaman yakalayamayanlar buyursunlar Gündüz abinin tabutunun arkasına.” 

Böyle bir yazının üzerine söz bitiyor galiba. Bize kalan ise bu büyük insanı tanıyabilme çabası ve o güzelim fotoğraflarından bir anlam çıkarabilme uğraşı. Ya da Türkçemizin iyi şairlerinden Birhan Keskin’in o fotoğraflarla birleşince bambaşka güzellikler kazanan iki dizesi;

…geçtim hepsinden, öyle hünerle/
ki yaşadığımı sanıyorlar hâlâ…
  * Cem Zamur Tam Saha Dergisi 2005 Haziran Sayısı  alınmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder