8 Şubat 2011 Salı

KOP MESSİ İÇİN SÖYLÜYOR: YOU’LL NEVER WALK ALONE…




UYARI!!!


Bu yazıda okuyacağınız kişiler tamamen gerçek olup olaylar ise tamamen hayal ürünüdür.


Artık gitme vakti yavaş yavaş gelmişti. Herkes ne yapacağımı ve bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Suskun ağızlar, meraklı gözler dolanıyordu etrafta. Kapılar arkasında bir şeyler konuşuluyor ama ben gelince konuyu değiştiriyorlardı. Pep bana hiçbir şey sorulmaması konusunda büyük ihtimal herkesi tembihlemişti. Ve herkes bu tembihi bir emir olarak algılamıştı. Nihayet bir maç sonrası soyunma odasında toplanmışken merak edilenleri su yüzeyine çıkardı. Durumumdan ve projeden bahsetti. Büyük bir sessizlik oldu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Yarın gideceğimi ve bu 7 aylık süreç çerçevesinde hiçbir şekilde aranmamam konusunda uyardı. Herkesle vedalaştım sanki onları bir daha göremeyecek gibi hissettim. Gözyaşlarıma güçlükle hakim oluyordum. Ve karşımdakilerin de benden pek bir farkı yoktu. Vedalaşma bittikten sonra Pep ve ben basın toplantısı için diğer odaya geçtik. Pep UEFA’nın düzenlediği bir proje kapsamında 7 ülkede benim kulüplerin altyapıları, A takımların antrenman metotlarını incelemem ve sonunda da UEFA’ya bir rapor hazırlamam gerektiği için bir yıl Barça’dan ayrı kalacağımı açıkladı. Hepimiz için zor bir karar olduğunu ama ele geçen bu güzel fırsatı değerlendirmek istediğim için bana saygı gösterildiğini ekledi ve toplantıyı bitirdi. Gazetecilerin soruları havalarda uçuşurken biz çoktan odadan ayrılmıştık. Dinlenmek için eve giderken yarın havaalanında buluşmak üzere ayrıldık. O gece hiç uyuyamadım bir sürü duyguyu içimde barındırırken gün ışıdı. Havaalanına geldiğimde Pep çoktan gelmişti. Birer kahve içelim derken o anons duyuldu; Yepyeni bir hayata götürecek olan uçak beni bekliyordu. Pep bir sorun olduğunda sadece onu aramam için rica etti ve arkasına bakmadan benle vedalaştı.

Evet, en sonunda John Lennon Havaalanındaydım. Kenny Dalglish ve George N. Gillett Jr büyük bir memnuniyetle beni karşıladıktan sonra Melwood’a doğru yola koyulduk. Antrenman sahasındaki vardığımızda Gerrard, Kuyt, N’gog, Carragher, Johnson meraklı gözlerle beni bekliyorlardı. Barça, maçlar, rakipler, oyuncular, proje derken akşam oldu ve ben dinlenmek için bana ayrılan daireye geçtim. İlk günler en zorluk çektiğim şey Kuyt nasıl seslenmem gerektiğiydi. Adının telaffuzu için bütün dünya bile hemfikir değilken ben nasıl emin olacaktım ki? Bu yüzden onla muhabbete girdiğim zaman adını bile ağzıma almadan direk sen diye olayı geçiştiriyordum. Onun adı telaffuz edileceği zaman kulak kabartıyordum ama boşunaydı en sonunda bende ona Dirk demeye karar verdim. Antrenmanlarda N’gog yanımdan ayrılmıyordu. Bu çocuğun son vuruşlarıyla ilgili problemleri olmalıydı. Bazen attığı toplar öyle yerlere gidiyordu ki aklım almıyordu. Sakin olması konusunda bir şeyler yapması gerektiği 1500 kere anlattım. Gerrard futbol sahasında kaptanken dışarıda aslan oluyordu. Gece bazen bara bir şeyler içmek için gittiğimizde yumrukları havada uçuşuyordu. Bu haliyle onu kimse tanıyamıyordu. Ee biz futbolcularda insandık sonuçta…

Zaman böyle akıp geçerken işte o gün gelip çatmıştı. Anfield Road beni ve Chelsea’yi karşılamak için çoktan hazırdı. Sahaya çıktığımda Kop yıkıldı zannettim pankartlar alkışlar ve “we all dream of a team of Carraghers “ melodisiyle bana özel tezahürat yaptılar. O an içimden bir şey koptu evet ben bu yüzden futbol oynuyordum.

Torres’in sahaya çıkmasıyla beraber büyük bir uğultu koptu. Ne yapacağı konusunda kararsız kaldığı o kadar belliydi ki. Yaptığının yanlış olduğunu anlasın istedim o yüzden uzaktan selam verip yedek kulübesine yöneldim. O kadar garip geldi ki bulunduğum yer. Her zaman sahada olmaya alışkın ben, şimdi oturmuş maçın başlamasını bekliyordum. Sanki dersi boş geçen öğrenci gibiydim; yedek kulübesinde ki her şeyi karıştırıyordum. Bütün ekip fal taşı şeklinde açılmış gözleriyle beni izliyordu. Howard Webb ‘in düdüğüyle maç başladı. Bizim çocuklar bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı ama olmuyordu. N’gog bildiğimiz gibiydi,Reina sanki yumurtlamaya hazır bir tavuk gibi bekliyordu, Gerrard ‘da birazdan patlayacak bir volkan gibiydi. Diğer taraftan Malouda ve Drogba Allah Allah nidaları atan Osmanlı askerleri gibi saldırıyordu. Ellerinde sanki mızrakları eksikti. İlk yarı gol olmadan bitti. Dakikalar 80. ‘i gösterdiğinde ben sahaya girmek için hazırdım. Gerrard sahaya gelir gelmez kaptanlık pazubandını bana taktı. Büyük bir alkış da peşinden koptu. Bir şeyler yapmalıyım diye topu gezdirirken Kuyt belirdi birden sağ taraftan deli gibi depar atarak kaleye gidiyordu. O anda ona bağırmam gerekiyordu orası değil ters taraf diye ve inşallah anlar diye tanrıya sığınıp başladım Kuyt, Köyt, Kayt demeye. Sonunda Dirk diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Chelsea defansı yerine alana kadar top çoktan Dirk’le buluşmuştu ve skorboard’da “Gool “ efektleri dönmeye başlamıştı bile. Maç böylece bitti. Maç sonunda KOP tribünü beni çağırdı ve hep bir ağızdan bana mesaj verdiler…
 MESSİ; Asla yalnız yürümeyeceksin…

4 yorum:

  1. Kuyt,Köyt,Kayt :D

    Eğlenceli bir yazı olmuş :))

    YanıtlaSil
  2. Annem yardırmaya başlamış. Bak hele şu işe. Böyle bir hikaye on yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ama böyle de olmaz ki! Ben bir an önce en son durağa gelmesini istiyorum. Bana ne, bana nee! Cimboma gel :)

    YanıtlaSil
  3. Allah Messi'ye uzun ömürler versin ki ...

    YanıtlaSil